Thursday, February 11, 2010

Ideoloji

-Dun izledigim Amerikan yapimi "Sosyalizm'in Yukselisi ve Cokusu" isimli belgeselin ana fikri suydu: Sosyalist, Komunistler ve hatta Sosyal-Demokratlar'in amaci kendi kategorilerine gore birden ya da uzun vadede Komunist Utopya'yi gerceklestirmekti. Bunun icin temel aldiklari guc ise iscilerden cok endustri devriminden sonra iscilerin icinde bulundugu kotu kosullardi. Sonucta bu kosullar kapitalist ulkelerde duzeldi ve Sosyalizm en onemli motivasyonunu ve sonunda da bir donem dunya nufusunun yuzde 65'i uzerinde kurdugu egemenligini kaybetti. Bu cokusun bir baska onemli nedeni de Komunist Rusya, Cin ve ya Kambocya gibi bircok ulkede rejimin kendine uygun bireyler yaratmak adina dogaya karsi gelmeleriydi. Bir baska deyisle bu rejimler insanlarin icinden bencillik, hirs ve birey olma gibi 'dogal' olgulari sokup atmaya insanlara kendilerinden cok rejimi ve toplumu sevdirmeye calisip basarili olamadilar.

- Belgeslin sonunda sunucu, yapimin ana fikri baslikli konusmasini yaparken ozetle sunlari diyordu: "Sonunda sol utopya deneyi basarisizlikla sonuclandi ve Amerika gibi kapitalist ulkeler refaha kovusurken komunist blok ve sosyal-demokrat yonetimler coktuler. Bunun nedeni komuniszmin tersine Amerikan kapitalizminin insani degistirmeye calismadan oldugu gibi kabul etmesiydi."

- ???

- Her ideolojinin amaci insani yonetimi altinda ki insani o ve ya bu sekilde degistirmektir. Bu degisimin iki parametresi vardir. Insanlari ne olcude degistireceksiniz? Daha insancil olarak gordugum Demokrat, Sosyal Demokrat yonetimler insanlari asgari olcude degistirmeye calisirlarken (ornegin bir daha ki secimde kendilerine oy vermelerini saglamak gibi), kapitalist ve komunist rejimler bireyi tamamen degistirmeye amaclar. Komunist rejimler insanlari birey olmaktan soyutlamaya calisirken, kapitalist rejimler bireyi toplumdan soyutlamaya calisirlar. Ikinci parametre bu degisimin ne kadar bariz oldugudur. Iste seyrettigim belgeselin ve belkide genel olarak bircok kapitalistin atladigi nokta da budur. Kapitalistler, komunistlerin bireyi degistirmeye calistigi konusunda haklidirlar cunku komunistler bunu cok bariz ve hizli bir sekilde yapma egilimindedirler (ya da oyleydiler). Ama goremedikleri nokta kapitalistlerin bu degisimi hic hissettirmeden yaptigi ve butun basarilarinin burda gizli oldugudur.

- Gercekten de buyuk sirketler-hukumet-medya ucgeni insanlarin neyi istediklerine ve istedikleri seyi elde etmek icin ne yapmalari gerektigine karar verirler ve en onemli nokta sudur, bunu oyle basariyla yaparlarki birey bunu kendi karari sanir. Iste bence kapitalizmin en buyuk basarisi budur. Amerika'da insanlar bu sistemi o kadar benimsemislerdir ki kendilerini ozgur ve bilincli sanirlar.

- Burdan belgeselin sonunda ki yasli amcaya sesleniyorum "sizin dunya uzerinde ki basarinizin bir ayagi ekonomi-ordu-teknolojiyse digeri Hollywood'dur. Cunku Hollywood o kadar basarili ki 2010 yili itibariyle dunyada herkes kendini Amerika'da yasiyor saniyor."

Not: Bunun disinda komunizmin insan dogasini hice saydigi ve kapitalizmin insan dogasinin en buyuk zaafi olan acgozlulukten doyasiya yararlandigi hakkinda ayri birseyler yazarim.

Saturday, February 6, 2010

Tufek, mikrop, celik ve cokus...


- Gectigimiz gun daha onceden kitabini okudugum Jared diamond'un Tufek, Mikrop, ve Celik'inin National Geographic belgeselini izliyordum (siz de Ingilizce versiyonunu su linkten izleyebilirsiniz: http://topdocumentaryfilms.com/guns-germs-and-steel/). Kitabin ana sorusu cok basit ve ilginc: Neden bazi toplumlar antik Misir, Yunan, Roma ya da modern Bati gibi buyuk uygarliklar kurarlarken Yeni Gine ya da Afrika yerlileri gibi diger toplumlar bu uygarliklarin cok gerisinde kaldilar?

- Bu zor soruya Diamond'in cevabinin cevre ile ilgili olan kismi soyle: Butun buyuk uygarliklar Mezapotamya ve Akdeniz'de kurulmasinin nedeni bu bolgelerin hayvan ve tahil evcillesmesi bakimindan Afrika ve Avustralya gibi yerlerden cok daha sansli olmasi. Mezapotamya'da arpa ve bugday gibi protein bakimindan cok yuksek (besleyici) urunler ya da keci, koyun ve sigir gibi hayvanlar yetisir ve insanlar tarafindan evcillestirilirken bu urunler Avustralya, Amerika, Sahra colu Guneyinde kalan Afrika'nin bolgesel urunleri degillerdi. Ayrica Avrasyada'ki at ve sigir gibi tarimda is gucu olarak kullanabilenecek hayvanlarin tersine Avustralya, Amerika ve Afrika'da sadece domuz ve lama evcillestirilmisti ve bu hayvanlar is gucu olarak taridma hicbir onemleri yoktu.

- Bu faktorlerin varligi tarim ve hayvanciligin gelisimine ve uretim fazlasina sonucunda da yiyecek yetistirmekten farkli isler yapan uzman kisilerin ortaya cikmasina neden olacakti. Toplumlarda ki bu uzmanlar, politikacilar, din adamlari, ya da bilim adamlari buyuk uygarliklarin ortaya cikmasini sagladi.

- Tabi bu hikayenin ilk kismi. Bu avantajli Avrasya toplumlari bircok uygarlik kursalarda bu uygarliklardan hicbiri sonsuza kadar yasamadi. Hikayenin bu ikinci kismini da Diamond 2005 yilinda cikan "Collapse" (cokus) kitabiyla yanitliyor. Bu kitabin sordugu soruda su: bu uygarliklarin cokus nedenleri neydi?

- Ilk kisimda belirttigim gibi tarim ve hayvancilikta ilerlemis toplumlar buyuk nufuslari doyurabildikleri icin ilerleyebilmislerdir. Ama devasa tolumlarin devasa kaynaklara ihtiyaci vardir. Ve insan doganin kaynaklari uzerinde ne kadar hak iddia ederlerse etsinler kullandiklarini yerine koymazlarsa bu kaynaklar tukenmeye mahkumdur. Iste buyuk Orta Dogu halklari boyle kayboldular. Orta Dogu halklari petrolu saymassak kullanilmis ve tuketilmis bir dogayi miras almis durumdalar. Avrupa kendi tukenmis kaynaklarini Afrika, Amerika ve Avustralya'da yenilirken Orta Dogu'da ulkeler 1. Dunya ulkelerinden 3. Dunya ulkelerine dustuler.

- Bu da aslinda benim baska bir soruma cevap veriyor. Bugunun yuksek uygarlik seviyesi Bati'yi nasil bir son bekliyor? Bu konuda ben Diamond'in teorisinin dogru oldugunu dusunuyorum. Dunyanin dominant uygarligi eger cevre sorunlariyla ilgili birsey yapmaya baslamazlarsa sonlari ve ne yazik ki onlarla birlikte geri kalan butun dunyanin sonu buyuk cevresel felaketler sonucu batmis diger uygarliklardan farkli olmayacak.

- Diger buyuk problemde su, toplumlar iki buyuk iluzyona kendilerini cok cabuk kaptiriyorlar: dogayi kontrol ettikleri ve sonsuza kadar yasayacaklari. Amerika bugun ikisini de doyasiya yasiyor.



Monday, February 1, 2010

CHP sol mu?

- CHP'yle ilgili dusunduklerim eminim kimseyi mutlu etmeyecek ama acik konusayim ben artik CHP'nin "sol" hicbir yerini goremiyorum. CHP'nin sosyalist ve ya komunist olup olmadigini tartismamiza gerek yok heralde o zaman geriye tek bir ihtimal kaliyor o da CHP'nin sosyal demokrat olma ihtimali. Ihtimali diyorum cunku buna da pek inanmiyorum. Yakin cevremde bircok insan son secimlerde CHP'ye oy verdi. Bunlardan hic azimsanmayacak sayida bir bolumununde (neredeyse hepsi) oylarinin yonunu "baska kime vereyim ki?" ya da "AK Parti'dense..." mantigiyla belirlendi. Bunlar kimsenin ilk defa duysdugu seyler degil tabi. Benim burda ki orjinal sayilabilecek fikrim su. Ben artik CHP'yi de AK Parti'ye yeg tutulabilecek bir parti olarak goremiyorum. Neden?

- Oncelikli nedenimin biraz once bahsettigim gibi CHP'yi birakin sol ya da merkez sol, Demokrat ya da liberal (bizim kullandigimiz ekonomik anlamiyla degilde Amerikalilarin kullandigi ve az cok "tutucu" olmanin kavramsal zitti olabilecek anlamiyla) bile gormuyorum. Bunun baslica nedeni CHP'nin kendi icinde bir diktatorluge donusmus olmasi. Soyle dusunun ki Baykal'a karsi bir aday ciktiginda (Mustafa SArigul'un populist yaklasimindan da hic hoslanmadigimi belirteyim) bu iktidar mucadelesi hicbir sekilde demokratik bir platformda devam edemedi. Surekli ihraclar, ayrilmalar sunlar bunlar ortaya cikti. O acidan benim icin CHP ic yonetimi anlaminda demokrasiyi kesinlikle sindirememis bir parti.

- Ikinci nedenim ise su: CHP'nin muhalefet partisi olmayi cok benimsemis olmasi. Daha aciklik getirmek gerekirse benim gordugum kadariyla CHP'nin ic dis butun politikalari AK Parti'ye karsi cikmak, kotulemek uzerine kurulmus. Muhalefet partisini muhalefet yapmasi gerektigini savunabilirsiniz ama sadece muhalefet uzerine bir siyasi hareket yapici olmaktan tamamen uzaktir.

- CHP ile ucuncu problemim Ataturk'un ilkelerinden bazilarini cok benimserken bazilarini pekte fazla sahiplenmiyor olmasi. Sunu oncelikle belirteyim benim problemim bir siyasi olusumun Ataturk'un ilkelerini benimseyip benimsememesi degil, CHP'nin bir merkez sag parti olabilmek adina kendi geleneklerini hice sayiyor olmasi. Ornegin CHP'nin Devletcilik, Halkcilik, ya da Devrimcilik ilkeleriyle ilgili hicbir tasarrufu olmamasina ragmen Milliyetcilik (Ataturk milliyetciligi) ilkesine gururla sahip cikiyor olmasi gibi.

- CHP'ye son ve en ciddi elestrimse, hem partinin hem de parti tabaninin "orducu" olmasi. Turk Solu gibi "CHP solcusu" ya da "milliyetci-solcu" bir derginin de surekli bir soylem haline getirdigi gibi CHP (bundan sonra hem parti hem taban anlaminda) basi ne zaman sikissa "ordu goreve" turkuleri tutturmakta. Mesela ne zaman bir Kurt-Turk polemigi ya da Laik-Dinci catismasi olussa CHP cikisi ordunun gelip herseyi sifirlamasinda goruyor. Bunu bazi kesimler dile getirse de bir cok CHP'li de icten ice "en kotu ihtimalle ordu hala yerinde" seklinde dusunmekte. bu yazimin ana fikri cok basit: bu militarist/zorba tavir halkin iradesini hice saydigi icin kesinlikle anti-demokratikdir!

- Tarihe baktigimiz zaman sunu goruruz Rus devrimi, Fransiz devrimi gibi devrimler halkin kendi kaderlerini kendileri belirledikleri anlardir. Bu su anlama gelir, halk degisimi talep etmistir. Simdi daha tartismali bir iki sey soyleyecegim. Bu talep hakli olarak cok gurur duydugumuz Turk Devriminde sadece kismen vardir. Halk gercektende Kurtulus Savasi sirasinda kaderlerini kendi ellerine almislardir. Fakat ayni sey Laiklik ve Halifeligin kaldirilmasi, Saltanatin kaldirilmasi ve Cumhuriyetin ilani, Tekke ve Zaviyelerin kapatilmasi, Kadinlara secme ve secilme hakki verilmesi, ya da Sapka ve Kiyafet Devrimleri icinde soylenebilir mi? Bir baska deyisle halk gercekten bu kokten degisiklikleri talep etmis midir? Benim icin cevap acik ve bu cevabi Turk halki Cumhuriyet tarihinde defalarca vermis ve vermeye devam etmektedir. Cok partili doneme gecilmesinin ardindan CHP 1950, 1954, 1965, 1969, 1995, 2002, 2007 (vesaire vesaire) (Ecevit donemi ve 1950 oncesi Ismet Inonu'nun ilk secimi 1946 haric) tum bu secimlerde acikca dinci Refah Parti'si dahil olmak uzere CHP, Ataturk'un partisi, rakibine kaybetmistir. Acikcasi bu sunu gosteriyor ki devrim bu halkin cok buyuk bir kismina hic ulasmamistir.

- O zaman soru su: CHP bunu kabullenip kendini degistirmeye ve ne anlatmak istiyorsa herkese ulasmasina mi ugras vermektedir? Bir baska deyisle tepeden inme devrimi tabana benimsetmeye mi calismaktadir? Cevap hayir. CHP'nin malesef yaptigi tepeden inme goruldugu icin bazi kesimlerce hic benimsenmemis ilkeleri daha da bozarak ordu ve darbe tehdidiyle insanlarin bogazindan asagi itmektir.

- Iste bu yuzden ben de "bir gun Iran olur muyuz?" korkusu tasiyorum. AKP'nin sinsi gordugum karakterinden degil karsisinda bizi kurtarmasini bekledigimiz gorusun demoktarik olmayan ve insanlari kiskirtan yapisindan...

Tuesday, January 26, 2010

Itaat.

- Bugun asistanligini yaptigim Psikoloji'ye giris dersinde klasik bir Sosyal Psikoloji deneyi olan Milgram Deneyi'nin gercek goruntulerini ilk kez izledim. Deneyi universitedeyken (bir cok kez) ogrenmistim. Ama bugun goruntuleri izleyince itaatin ne denemk oldugu hakkinda biraz daha dusunmem gerektigini anladim.

- 1961'de Yale Universitesi Psikoloji Profesoru Stanley Milgram insan itaatinin sinirlarini belirleyecek bir deney baslatir. Deneyde (resimde goruldugu gibi) deneyci (E) ve denek (T) bir odada otururlar ve obur odada bir baska kisi oturmaktadir (isbirlikci, L). Denek bu kisiyi gorememekte ve deneyciyle isbirligi yaptigini da bilmemektedir. Denek'in gorevi bu kisiye diger odadan sorular sormak ve her yanlis cevabi icin bu kisiye 15 volttan baslayarak ve her yanlis cevapta 15 volt daha arttirarak elektrik soku vermektir. Tabi denek bilmese de iceride cevaplari veren kisi aslinda elektrik soku almamaktadir. Yinede isbirlikci her elektrik sokunda feryat figan bagirir, odadan cikarilmasi icin yalvarir, fakat deneyci denek ne zaman deneyden ayrilmak istese butun sorumlulugu deneycinin yuklendigini belirtir ve devam etmesini ister.

- Deneyin sonucu gercekten acidir. Deneklerden yuzde 65'i icerideki kisinin aci cigliklarina ve yalvarislarina ragmen elektrik sokunu insan icin olumcul oldugunu bildikleri 450 volta kadar cikarirlar. Bu Milgram'a gore Yahudi soykirimi gibi insanlik disi bir cok felakete yol acan insan dogasinin bir parcasidir: Kisi sorumlulugu alan baskasi oldugunda, yani yaptigi seyden sorumluluk duymadiginda en korkunc suclari isleyebilir.

- Iste bu rasyonel dusunce disi ve vahsi parcamiz toplumlarin cinnet hallerini acikliyor. Emirleri baskasindan aldigi zaman en normal insan bile en insanlik disi suclari isleyebiliyor. Itaat etmek dogasi geregi bizim sorumluluklardan kacis noktamiz. Politik ya da dincel liderler yine bu gorevleri goruyorlar.

- Kisa kesiyorum... Anafikrim su itaat kesinlikle surekli olarak monitor edilmesi (izlenmesi ya da kontrol altinda tutulmasi) gereken bir olgudur. Birinin (bir seyin) dedigini sadece bulundugu konum nedeniyle kabul etmeyi reddetmemiz ve denilen herseyi (ama herseyi) sorgulamamiz demokratik, rasyonel ve humanist insanin bir parcasidir! diye dusunuyorum.

Friday, January 22, 2010

Notlar

Bir kac ufak not:

- Amerikayla ilgili yazdigim notta cok bir artistlesmisim.

- Hala niye bu kadar ABD karsiti olupta ABD'nin etinden sutunden yararlandigimi yazmamisim.

- Bir hikaye yazmak istiyorum.

- Blogumun 1.000.000'nuncu followerina bir Porche hediye etmeye karar verdim.

- Blogumun 5.000.000'nuncu postunu Obama'ya yazdirmaya karar verdim. Girisimlere basladim. Simdilik google, search "Obama's address'...

- Yazacagim hikayenin konusuna karar veremiyorum.

- Turkiye'yi cok ozledim. Eskiden Paris'e surgune gonderildi Amerika'da surgunde yasiyor denildiginde adamdaki bala bak derdim. artik oyle dusunmuyorum.

- Turkiye'ye bu yaz dondugumde havalaninda Kemal Dervis gibi karsilanmak istiyorum (bunu daha once soylemistim bir daha soyluyorum).

-Buraya ne yazsam kimseyi incitmemek icin kendimi sansurluyorum sonra durup durup kendimi incitiyorum.

- Bugun asistanlik yaptigim icin yayinci sirket dersin 170 dolarlik kitabini bana hediye gonderdi cok mutlu oldum.

- En onemlisi bu hafta futbol ligi tekrar basliyor. Futbol ile ilgilendiginizde politik olmak gercekten cok zorlasiyor. Bununla ilgili biraz daha yazarim.

Politik Insan

- Yine bir onceki postuma referans vererek baslayayim. Evet, dogrudur ki insanlarin politik olmalari gerektigini dusunuyorum. Bence herkes dunyada ulkede neler olup bittiginden haberdar olmali ve ustune dusunmeli.

- Surada ikilem basliyor benim icin: gercek bir aktivist olup hayatimizi dunyanin iyiligine adayan birer idealist mi olmali yoksa herseyden vazgecip kendi kisisel dunyamizla mi ilgilenmeli? Bu daha cok kisisel bir soru. Ama benim icin bu soru onemli cunku bazen olan bitene cok sinirlendigim zaman birakip herseyi gercekten birseyler yapmam gerekiyor gibi hissediyorum. Yani sicak yatagimda kucagimda laptop saga sola ahkam kesmek gibi degil gercekten birseyler yapmak... Zizek'in izledigim (youtube) bir konusmasinda bir fikra anlatiyordu (fikrayi edep sinirlarinin disinda olmasi nedeniyle tamamini sansurluyorum). Fikranin ana fikri tatlisu solcularinin ya da sosyal-demokratlarin nasil kendi kendini kandirdigiydi. Gercektende benim durumum da bu. Birseyleri degistirmek cok istiyorum, herhangi birseye katkim olsun cok istiyorum bu yuzdende bu blogu yaziyorum ve bir yararim oldugunu dusunuyorum. Zizek'in edepsiz fikrasi ne zaman aklima gelse bu kendini tatmin halinden utanc duyup tamamen pasifist olmaya karar veriyorum bir kac gun icinde de yine "birsey yapmali" moduma geri donuyorum.

- (tekrar) Gercektende insan birsey yapmali cunku insan dogasinin nasilsa bir parcasi adalet duygusu. Adaletsizlikler karsisinda bazilarimiz sinirine engel olamiyor (mesela ben). Bu adalet duygusunun onune gecebilecek belkide tek duygu bencillik. Bencil insan gercektende kendinin ya da kendi grubunun (ailesinin, hemsehrisinin, ya da milletinin) cikarlari soz konusu oldugunda adalet duygusunu cok kolay terkedebiliyor. Biz kendi kendini kandirmayi cok iyi bilen yaratiklariz. Biz, ozellikle de dogulular, ailemiz soz konusu oldugunda tum ilkelerimizi bir kenara birakabiliriz (oyle olmali ya da olmamali demiyorum). Adalet duygusunu kaybettigimizde de geriye dusunecek hicbirsey kalmiyor cunku (iki post geriye sariyorum) "biz her zaman hakliyiz".

- Tekrar kisisel durumuma geri gelirsem, benim bugunku sorum su: ben adalet icin kendi hayatimdan ne kadar feda edebilirim? Bir cok insan tum hayatlarini feda ettigini dusunursek o insanlar gibi tamamiyle ozel hayatimdan siyrilmis bir "ozgurluk savascisi" olamayacagimi bende biliyorum. Kariyerimi belki ama ailemi asla geride birakip dunyanin herhangi bir yerinde hic tanimadigim insanlari kurtarmaya gitmeyecek kadarda aile-benciliyim. O zaman yapabilecegim tek sey orda burda insanlarin dunyada olan bitenle ilgili bilinclenmesini saglamaya calismak. Kisacasi kisisel politik tatminime devam etmek.

- Insanlarin politiklesmesininde sinirlari olmali. Bolsevik devriminden sonra halkin surekli calisan birer politik robot haline getirilmesinin tamamen ruhsuz, tolaranssiz ve kisisellikten yoksun hayatlar ortaya cikardigini dusunursek yuzde yuz politik hale gelmenin cok da saglikli olabilecegini dusunmuyorum. Sonra duruyorum dusunuyorum ve diyorum ki "ya ama birsey yapmali" hahaha! Ne kadar garip hayat hep bir ikilem.

Thursday, January 21, 2010

Yine Amerika yine Amerika...

- Amerika'yla ilgili konusmaktan kendimi alamiyorum.

- Bugun heryerde ABD'nin Pakistan terorist avina ciktigini duyduk. ABD'nin Afganistan'daki varligi yetmezmis gibi burayi bir us olarak kullanip Pakistan'da da askeri operasyonlar duzenledigini ya da terorist avi sirasinda bircok sivilin de oldugunu duymak beni hic sasirtmadi. Beni sasirtan (ama yine aslinda hic sasirtmamasi gereken) sey ABD'li diplomatlarin Pakistan ordu ve hukumetine acikca ulkelerini nasil yonetmeleri gerektigini anlatan tavirlari ve konusmalari oldu.

- Bunun ne kadar devam edecegini merak ediyorum. ABD Birinci Dunya Savasi ve hatta daha oncesinde gelistirdigi taktigini 2010 yilinda hala kullaniyor ve dunyanin diyecek hicbirseyi yok gibi... Soyle hizlica bir kac ornege bakalim.

-Yil 1903 yer Kolombiya, ABD once Panama'nin ozgurluk hareketini acikca destekliyor, Panama'nin kolombiya'dan ayrilisindan sonra 1914 yilinda Panama kanalini yapiyor ve kanal bolgesinin korumasi ve idaresini kendine veriyor. 1977' de Panama Kanali'nin 1999'da Panama'ya gecmesini iceren anlasma Panama darbeci General Torrijo ve Amerikan Baskani Jimmy Carter arasinda imzalaniyor. Bunu takiben 'ultra-konservatif' Reagan doneminde Amerikan cikarlarini koruma plani devreye giriyor. 1983'de CIA'in resmi calisani General Noriega Panama'nin yonetemini bir darbeyle ele geciriyor. 1987'de Noriega'nin da istenilen Amerikan cikarlarina hizmet etmemesiyle ABD bugune kadar goz yumdugu Noriega'yi uyusturucu kacakciligi ile suclayip sonucta ABD'nin Panama'yi isgaliyle sonuclanan surec yasaniyor. Sonucta ABD tamamen elemine olmus Panama Ordusunun (yine ABD tarafindan) Kanali koruyamayacagi gerekcesiyle Carter-Torrijo anlasmasini askiya aliyor. 2000 yilinda Amerkan yanlisi Panama hukumeti Panama'nin gelecekte de resmi bir ordu kurmasini engelleyen kanunu gecirerek sonuca noktayi koruyor.

- Yil 1970 sosyalist Salvador Allende Sili'de bir azinlik hukumeti kurarak ulkenin basina geciyor. Allende uyguladigi ekonomik program sonucu ulkenin bankacilik, ve madencilik sektorlerini yabanci sirketlerin (cogunlukla ABD'li) elinden alarak millilestiriyor. Sonucta beklenen oluyor ve General Pinochet 1973'te ulke yonetimine el koyuyor. Yaptigi ilk icraatlar ulke ekomomisini ABD'li unlu ekonomistlere (bakiniz Sikago Universitesi Ekonomistleri) birakmak ve Allende'nin millilestirdigi sektorleri yabancilarin eline geri vermek oluyor. Ilginctir Saddam Huseyin'in diktatorlugune dayanamayip kendini Irak'in ozgurlestirilmesine adayan ABD, Pinochet'nin 20 yil suren ve binlerce insanin olduruldugu ve iskence gordugu rejime sempatiyle yaklasiyor.

- 1962 Dominik Cumhuriyeti Diktator Trujillo'nun ardindan, sol goruslu Juan Bosch basa geciyor. Hemen ardindan baska bir cunta ulkeyi ic savasin esigine getiriyor. 1965'te ABD Baskani Lyndon Johnson cuntanin yenilecegini ongordugu icin Dominik Cumhuriyeti'ne askeri mudahele karari aliyor. Sonuc yine bir kukla hukumetin kurulmasi oluyor.

- Yil 1979 El Salvador'da bir dizi millilestirme yapan solcu hukumet ABD'nin destekledigi Napoleon Duarte cuntasi ulkeyi 13 yil suren bir ic savasa surukluyor. SOnuc 75000 kisi oluyor.

- 1953 Iran... Iran'in ilk secilmis basbakani Mossadegh petrol sektorunu millilestiriyor sonucta ABD Baskan'i Eisenhower, acik bir askeri operasyonla Mossadegh'i deviriyor ve Sah'i surgunden geri getiriyor. Sonuc yine millilestirilmis sektorlerin ozllesmesi.

-Liste uzun: 1959 Vietnam, 1983 Grenada, 1970 Arjantin, 1968 Endonezya vesaire vesaire...

-Ve 2002... 1998'de secilen ve Venezuela'nin petrol sektorunu millistiren Hugo Chavez 2001 ve 2002 de baskentin solcu Chavez taraftarlari ve sagci Amerikan yanlilarininlarin catismalarina sahne olmasi sonucu bir darbeyle turuklaniyor. Kurulan hukumet millilesen petrol sektorunun tekrar ozellestirmesine karar veriyor ama halk bir ilki gerceklestirip Chavez'i tekrar koltuguna geri getiriyorlar. Kacan darbeciler ise tabiki solugu ABD'de aliyorlar.

- Bu kismi anne-babamin jenerasyonu benden daha iyi bileceklerdir o yuzden dediklerimin tersini yasadiklarini iddia eden olursa cok ustelemeyecegim.

- 1980 Turkiye... 1977'de ABD ve diger buyuklerin sozunden cikan Ecevit Kibris'a mudahele ediyor takip eden 3 yil icinde ortaya yine bircok katliam ve catisma cikiyor. 1980'de ordu yonetime el koyuyor. 1982'de acikca Amerikan yanlisi olan Ozal ulkeyi hala suren bir ozellestirme icine sokuyor.

- Diyebiliriz ki butun bunla soguk savasin tansiyonu altinda ve Sovyetlerin'de benzeri mudaheleleri sonucunda olustu. Bu kismen dogru. Gercekten de Sovyetlerin Afganistan'a mudahelesi ABD'nin herhangi bir mudahelesinden daha az kotu degildi. Ama kesin olarak soyleyebilecegimiz sey su. Tek kutuplu dunyada ABD'nin ekonomik cikarlarini korumak icin 2002'de Venezuela'da, daha sonralari Dogu Avrupa'da, Irak ve son olarak Iran'da yaptiklari bir Sovyet tehditi olmadan cok daha acimasiz ve kustah. Artik daha onceden Sovyet tehditinden cekinerek yapmadigi askeri operasyonlara basvurabiliyor ve daha fazlasi IMF ve World Bank'i kullanarak ekonomik olarak ulkeleri ve insanlari kendi cikarlari icin yerle bir edebiliyor (benzeri ekonomik operasyonlar yakin gecmiste Rusya, Kore, Endonezya gibi ulkelerin gelismekte olan ekonomilerini tamamen sifirlayabilidi).

- Ama asla bir sol-sag romantisizmine kapilmamk gerektigine inaniyorum. Bana gore artik solculuk ve sagcilik tarihe karisti. Artik insanlar globalizm ya da anti-globalizm saflarindan birini seciyor. Ben acikca anti-globalist olmamiz gerektigini soyluyorum. Aksi takdirde kukla hukumetlerin yonettigi kukla insanlar olmaktan kurtulabilecegimize inanmiyorum.

Not: O zaman senin bu kadar karsi oldugun Amerika'da ne isin var diye sorabilirsiniz. Bunu uzun uzun bir ara yine anlatirim ama simdilik: Doktor Jivago'nun kahramani (dogal olarak Dr. Jivago) romanin bir yerlerinde Bolsevik Devrimi'nin nasil kisisel dunyalari ve kisisel gorusleri yok ettigiyle ilgili bir konusma yapar. Ben bunun dengesinin nasil kurulabilecegini simdilik bilmiyorum ama yazarim.

Not: Cok uzun yazmisim simdi Banu'ya bunun dilbilgisini kontrol et desem mi bilemedim simdilik bu kopyasiyla idare edin.

Sunday, January 17, 2010

Oznel Dusunce ya da Nesnellik diye birsey var midir?

-Uzun zamandir uzerine dusundugum ve bir turlu icinden cikamadigim bir problemi size sormaya karar verdim. Aslinda soru basit: Neden herkes kendi dusuncesini hakli goruyor? Bir baska deyisle, neden bir turlu anlasamiyoruz?

- Bu dusunce aklima gecen aylarda takildi. Banu'yla farkli ulke insanlari arasinda ki ahlak anlayisi farkliliklari uzerine konusurken farkettim ki, Bati ahlak anlayisini cok ciddi sekilde elestiriyor, nasil olup da herseyi gozler onunde yasayabildiklerine bir turlu anlam veremiyorduk. Tabi ayni anda da kendimizi ciddi sekilde ustun bir ahlak anlayisinin parcasi hissediyorduk. Insan boyle durumlarda kesinlikle kendi dusuncesinin dogrulugundan bir an bile kusku duymuyor. Bizde bu hastaliga kurban gidiyoruk iste. Ama bizim hakli oldugumuza kim karar veriyor? Ornegin, bizim cok normal kabul ettigimiz bircok sey tutucu insanlara gore dunyanin en ahlaksiz seyleri degil mi? (denize girerken birazda olsa ciplakligi kabul ediyor olmamiz ya da kadinlarin basinin acik olmasini savunuyor olmamiz gibi)?

- Kabul etmemiz gereken sey su: Biz sadece kendimize ve bizim dusunce tarzimiza sahip insanlara gore hakliyiz ve geri kalan herkese gore de haksisiz. Bunu problem olarak gormeyebiliriz. Diyebiliriz ki herkes kendine gore haklidir ve kendi hayatini yasar (bunu nasil uygulayabilecegimizi birazdan tartisalim). Ama ortada hala bir problem var. Insanlar toplumu yonetirken ortak kararlar verirler ve bu kararlar verilirken herkes kendi hakliligini kanitlamaya calisir. Eger evrensel bir hakemden yoksunsak, kimin hakli olduguna nasil karar verecegiz? Eger ben hicbir zaman nesnel olarak hakli degilsem herkesi elestirme hakkini kendimde nasil goruyorum? Nasil oluyor da uzun uzun kendi insanimi hakli goren ve baskalarini haksiz gosteren-elestiren yazilar yazabiliyorum, ya da ahlak anlayislarini yargilayabiliyorum?

- Ahlak anlayisi ancak insan ustu bir varlik tarafindan dikte edildigi zaman nesnellesiyor. Ama problem burada da ortadan kaybolmuyor. Eger elimizde iki kutsal kitap ve iki 'nesnel' ahlak anlayisi varsa (ki var) hangisinin mesru olduguna karar vermemiz icin yine evrensel bir hakeme ihtiyac duyuyoruz. Ortaya cikan butun bu kavga bana gore burada olusuyor. Bunun en yakin ornegini Turkiye'de gazetelerin (sanirim) Nepal'de bir hayvan kurban toreni haberinde gordum. Okuyucular yorumlarinda, binlerce hayvanin olduruldugu bu toreni (hakli olarak) vahset olarak goruyorlardi. Bu da bana, Hristiyanlarin Musluman kurban bayramini nasil yine 'vahset' olarak gorduklerini hatirlatti. Peki, bu iki farkli din rituelinden hangisi normal ve hangisi vahset? Buna bir cevap verilebilecegine inanmiyorum.

-Eger insanlar hicbir zaman esasta hakli olamayacaklarini kabul ederlerse, kendi dusunce ve ahlak yapilarinin, tek dogru ve nesnel dusunce ve ahlak yapisi olmadigini farkedebilirlerse, baskalarini degistirmeye ve kendi dogrularini baskalarina zorlamaktan vazgececeklerine inaniyorum. Bunu hicbir zaman reelde gorme firsatina sahip olmadik. Bunun bir nedeni de insan dogasinin bir metabilinc (demek istedigim bir ust bilinc duzeyi, herseyi yukaridan gorebilme) duzeyine ulasabilmek icin kendini gercekten zorlamaya ihtiyac duymasi.

- Simdi gelelim benim paradoksuma: Eger herkesin ahlak ve dusunce yapisi oznelse ve kimse nesnel duzeye ulasamiyorsa, kimsenin bir baskasinin dusuncesini yargilama hakki olmamali. Bunu soyledigim anda da butun bu yazi boyunca ilk kez nesnel bir onermede bulunuyorum (kimse hakli olamaz). Ama bu onermenin yine benim oznel gercekligimin bir parcasi oldugu gerceginden kurtulamiyorum. Henuz ortaya attigim muthis nesnel onerme bir anda yok oldu haha!

- Yine de tum bu paradoks, benim uygulamada insanlarin birbirinin fikrine saygi duymalarina inanmami engellemiyor. Ben insanlarin biriyle tartisirken bir kere olsun kendilerinin de yanlis olabilecegini dusunmeleri gerektigine inaniyorum. Insanlar hele ki politika, din gibi hassas konulari tartisirken tum dusunduklerinin aslinda yetistikleri yerin takintilariyla hareket ettiklerini unutmamalilar (ve benim yaptmadigim gibi -mali -meli gibi kelimeleri daha az kullanmalilar, yine paradoksa girdim).

- Tabi ki hic birseyi yine cozemedim. Sanirim benim inandigim sey de bu: Insanlar siddete bu yuzden ihtiyac duyar. Eger kimse nesnel olarak hakli degilse, temelde pratik sorunlari cozen tek kural guclu olanin kazanmasidir. Ama demokrasi icin umut verici olan sey de su: biz birbirimizi ikna edip, sansimiz varken uzlasabilirsek, siddete olan ihtiyacimizi erteleyebilir hatta gorsel olarak ortadan kaldirabiliriz (ya da kaldirabilir miyiz?).

- Bu konuda sikilana kadar dusunmeye devam edecegim, eger bu paradoksta bir catlak bulablirsem haber veririm.

NOT: Tabi ki bu konu icin en uygun resim benim bu yazdiklarimi yillar once cozmus olan Orhan Gencebay'in resmi.

Friday, January 15, 2010

Fotograf

Bir onceki postumda henuz dun ogrencilerimle cekilmis fotografimi yayinladigimi belirtmeyi unutmusum. Mahmut Hoca idolum.

Thursday, January 14, 2010

Hayranlarima not

- Hayranlarima (nedense coguyla ya benim ya da annemin soyadi tutuyor Gomes? hmmm bu bir istisna olabilir) bir not: Artik maalesef okulda zor ve yogun gunlerim basliyor ayni anda iki labaratuarda calisiyor olmamin yaninda bir ders aliyorum ve iki dersin de asistanligini yapiyorum. Umarim yine hergun birseyler yazabilirim, fakat pekte mumkun gozukmuyor.

- Iyi haber bu donem cok korktugum akademinin egitim-ogretim kismiyla ilgili cok sey ogrenecek gibi gozukuyorum. 31 Mart'ta asistani oldugum derslerden birinde dersi benim anlatmam, Subat'ta bir semposyumda konusma yapmam gerekiyor. OFF!

- Yine de "ogretmen" olmanin egomu fazlaca yukseltebilecegimi bugun gordum. 400 kisilik sinifin hepsinin bana "sir" diye hitap ediyor olmasi ornegin beni cok mutlu etti. "Sir" unvani almis gibi oldum (haha!)


Aile - Birey

- Bugun gecen gun yazdiklarimi okurken soyle bir seyi farkettim ki Orta Dogu insanlariyla iliskimi biraz abartmisim. :)

- Evet gercekten Araplarin, Iranlilarin, hatta Bulgar ve Yunanlarin kulturel olarak bana daha yakin oldugunu dusunuyorum. Ornegin, yutdisinda Iranlilar, Suriyeliler, Yunan ve Rumenlerle tanistim her biriyle kulturel acidan cok sey paylastigimi farkettim. Buna karsilik tanistigim Izlandali, Norvecli, Alman, ya da Hollandalilar (genel olrak Bati Avrupa ve Kuzey Amerikalilar) bana anlasilmasi ve arkadaslik kurmasi daha zor geldi (Latin Amerikalilara ayri bir parantez acmak gerek, ilginc bir sekilde tanistigim Brezilyali, Kosta Rika'lilar ve ozellikle Arjantinlilerle inanilmaz benzerliklerimiz oldugunu gordum). Herhalde bir genelleme yapmam gerekse 3. Dunya ulkelerinden gelen insanlarin belirli kulturel ve kulturden etkilenmis kisisel ozellikleri kendimde de gorebiliyorum. Mesela, kesinlikle Batililarda (genelde gelismis ulkele vatandaslari anlaminda kullaniyorum) olan kendine guven, ve bireycilik (individualism) kesinlikle 3. Dunya ulkelerinden gelenlerde (Dogulular?) yok. Fazla bir genelleme gibi gelebilir ama ozellikle Amerikalilarda ki her konuda kendine guvenmislik ve yaptigi isi onemseme (hatta bazi durumlarda gereginden fazla onemli gorme-gosterme)benim gordugum kadariyla bizde (3. dunya ulkesi vesaire) yok. Dogulularda ki sahiplenme, guven duyma gibi ozellikler de Batililarda yok.

- Bunun bir nedeni Amerikalilarin kendi ulkesinde olmasi ve kendi dilini konusuyor olmasi oldugunu dusunebiliriz. Kesinlikle etkisi vardir fakat bu durum Ingilizce konusmayan Avrupalilarin bireyci davranislarina uygulanmiyor. Bunun buyuk bir nedeninin aile oldugunu dusunuyorum. Batililarin cocuklarina bir birey gibi davranan ve sorumluluklar atfeden aile yapisina karsin Latin Amerika, Dogu Avrupa ve Orta Dogu ailelerinin muthis korumaci olmalari, bu cocuklarin cok daha gec bagimsiz bireyler haline gelmeleri ile sonuclaniyor (yine hatirlatirim ki asiri genellemeye kurban gidiyor olabilirim). Daha da fazlasi bu bireyler sonunda evlendikleri zaman eslerinden de ayni sahiplenmeyi bekliyorlar ve genelde de buluyorlar (ben kesinlikle bir istisna degilim :). Hala hangisinin birey icin daha yararli oldugunu bilemiyorum. Ama bu farkli aile tutumlarinin kisisel farkliliklara yol actigini ve Batili-Dogulu farkliliklarinin da bundan kaynaklandigini dusunuyorum.

- Simdi ilk derdime geri donuyorum. Batili-Dogulu farklilik ve benzerliklerine karsilik kendimle ilgili yanlis bir degerlendirme de yaptigimi farkettim. Hata su ki benim hayatta ailemden gelen ozellikleirmin disinda kendi yaptigim secimlerde daha cok Batililarla kendimi iliskilendirebiliyorum. Ornegin kendimi liberal (ekonomik anlamda degil) olarak goruyorum ve kisisel haklara mudahelenin karsisinda durmaya calisiyorum. Bizim ulkemizde de genelde "herkesin haklarina saygiliyiz" cumleleri "ama..." diye devam eder. Ben gercekten uzerinde calisarak liberal olmaya calisiyorum, cunku liberal dusunmenin, ozgurluklere, kisisel alana sayginin, ve tolaransin "dogru dusunce tarzi" (o herneyse... onu da sonra tartisirim) olduguna inaniyorum. Tabi ki benim dusunnce tarzim hala ailemin bazi fertleri tarafindan (mesela sevgili kardesim) fazla liberal olarak gorulse de dusunduklerimin ailemin liberal dusunce yapisi olmasa ortaya cikabilecegini sanmiyorum, o acidan ailemi sucluyormusum gibi dusunulmesin (merhaba anne!).

- Bunlari da goz onunde tutunca her ne kadar Batililarida kendim 'fazla' liberal bulsam da (aileden geleni tamamen birakirsam da kendimi hain hissederim), onlarla bulustugum noktalari gecen yazimda atlamis oldugumu farkediyorum. Tam da bu yuzden inatla Orta Dogu halklarini kendi insanlarim olarak gorsemde onlarla da hic kaybolmayan bir gerilimim oldugunu kabul etmem gerek. Bu da Turkiye'de bir turlu ne Batili ne Dogulu olamayan bir cok insan gibi ben de tamamen otomatik tavirlarima guvenmedigim icin, her konuda nerde durmam ne dusunmem gerektigini 40 kere dusunmek ve tartmak zorunda kaliyorum, sonunda da surekli kararsiz kaliyorum. Ornegin, surekli insanlarin kisisel alana saygilari yuzunden Bati'da yasamanin Turkiye'de yasamaktan cok daha kolay oldugunu dusunuyorum ama Amerika'da yasamaya basladigimdan beri kimsenin kisisel alanimi isgal etmemesinden de rahatsizlik duyuorum, fazla ozgurluk yuzunden kendimi guvende hissedemiyorum.

- Soylenicek cok sey var. Sadece kisisel olarak degil... Yukarida bahsettigim gibi Turkiye'de liberal olmak hep bir "ama..." ile sonuclaniyor, liberal insanlar sonunda ordu'nun gelip onlari ve yarim yamalak Demokrasilerini kurtarmalarini bekliyor. Tipki benim surekli kendi ayaklarim ustunde durmayi herseyin onunde gorup ne zaman basima bir is gelse annemi ya da babami arayip beni kurtarmalarini bekledigim gibi. :) Daha yazarim...

not: internetten buldugum bu aile fotosu kime aitse gercekten cok guzelmis kutlarim.

Wednesday, January 13, 2010

Sicanlar ve levyeleri

-Konuyla ilgili soru yagmuruna (!) karsilik olarak "Sicanlar nasil levyeye basip yemek yiyorlar?" ve "Sicanlar nasil levyeye basip isigi yakiyorlar?" konulu calismalari sizinle paylasmak istedim.




Tuesday, January 12, 2010

Orta Dogu, Osmanli ve Islam


- Bugun yine en buyuk esin kaynagim Nat. Geo.'da Islam ve Orta Dogu uzerine bir belgesel izledim. Bence belgeselin en carpici fikri suydu:"Musluman Orta Dogu daha fazla asagilanmaya katlanamiyor".

-Not:Oncelikle sunu belirteyim. "Islam" ve "Muslumanlik" gibi laflar kullanirken kastim genelde bolgenin kulturudur. Dinin kendisi ve uygulamasindan cok Orta Dogu'yu birlestiren bir yasam tarzini kastediyorum. O yuzden yazacaklarim musluman ummetciligi gibi algilanmasin.

- Osmanli'nin gerileme ve cokusunden itibaren Orta Dogu emirlerin, seyhlerin, krallarin yardimlariyla Bati'nin isgaline ugradi. Tabi Turk bakis acisiyla biz hep Araplari bizi arkadan vurmakla sucladik. Hakliydikta. Bekledigimiz musluman halklarin Batili "kafirlere" karsi dayanisma icinde olmasiydi. Ama olmadi. Osmanli coktu ama Araplar bagimsizliklarini once Batililara sonrada emirlere kaptirdilar. Abdulrahman Munif' "Cities of Salt" kitabinda Irak'a gelen Amerikan petrol sirketi calisanlarinin bolge insanlari tarafindan sanki baska bir dunyadan gelmis gibi karsilandigini anlatir. Iste bence Batili istilacilara karsi o ilk bakis acisi hic degismeden gunumuze kadar geldi. O gunden bu yana ise Orta Dogu insanlari bu yabancilari sadece onlari asagilayan tavirlariyla tanidilar. Tabi bunun en son halkasi Irak.

- Orta Dogu'nun bugunku durumu Orta Dogu'nun Hacli seferleri sirasinda ki halini hatirlatiyor (Yine bir kitap onermeden duramayacagim Amin Maalouf, "Crusades through Arab eyes", biliyorum su an bu kitaplarin satislari patlamistir). O donemde de Haclilar kendi aralarinda savasan Araplar karsisinda onceleri cok buyuk kayiplar vermisler sonunda Selahaddin Eyubi'nin bolgede mutlak hakimiyet kurmasiyla tamamen yenilip bolgeyi terk etmek zorunda kalmislardir (Aslinda tamamen degil Lubnan'da halen o donemde ki Fransiz askerlerin soyundan geldigini iddia eden ve Fransiz vatandasligi talep eden bir grup oldugunu okumustum, ilginc).

- Simdiki durumda tamamen bunla paralel. Irak Ameikan destegiyle Iran'a savas aciyor, Amerika Suudi Arabistan'in yardimiyla Irak'i isgal ediyor vesaire vesaire. Bu durum gercekende bolge halkinin cok asagilanmis hissetmesine yol aciyor. Durumun Islam fundamentalistleri tarafindan cok iyi kullanildigi da ortada. Sonuc: insanlar canli bomba olabilecek kadar cigrindan cikabiliyor. Simdiki durum Hacli seferlerinden daha farkli degil. Halen bolge halklari bu savasi bir din savasi olarak goruyor iste tam da bu yuzden bolgede cok hizli bir kokten Islamlasma ortaya cikiyor. Bati'nin gormedigi ve bence gormekte istemedigi durum bu. Islami teror en cok Bati'nin bu umursamazligi, ve kibirinden besleniyor.

-Ornegin G.W. Bush'un Amerikan senatosunda Irak isgalini ilanini (11 Eylul kabusunun etkisi altinda) ayakta alkislayan Demokratlar belki gercekten Irak'in ozgurlesecegini umuyorlardi, fakat bircok Amerikan muhafazakar bu savasi muslumanliga acilmis bir savas olarak goruyor. Son donemde bu konuda izledigim belgesellerden birinde Amerikali bir gazeteci orduyla birlikte Bagdat'a girdiklerinde dizlerinin ustune cokup "Tanrim sonunda Isa Irak'in efendisi oldu" diye sukrettigini anlatiyor ve bunu dinleyen programin sunucusu da duygularina hakim olamiyordu. Bu durumda Islam'in dunyada radikallesmemesi ilginc olurdu.

- Sonuc olarak Islam'in bu insanligi yutan yorumunun(1) korkunclugu karsisinda ben yinede bu bolgenin ayni kulturunu paylastigimiz ve yuzyillarca mutlu-mutsuz ayni imparatorluk icinde yasadigimiz insanlarini (dini ne olursa olsun) kendime daha yakin goruyorum. Bir Yunanliyi, bir Ingilizden daha anlasilir buluyorum. Ucaga binen geleneksel kiyafetleri icinde bir Arabi gorunce irkilsem de (ve hatta yol boyu kafamda binbir senaryo uretsem de) hala Batililar yerine 'bu insanlara' umudumu baglamak istiyorum.


1-Yine Nat. Geo. belgeselinde Suudlarin bastigi Ingilizce Kuranlarda paratezler icinde Kuran'in nasil bir terror kitabina donustugunu gosteriyor, kimi oldurmen gerektigi nasil oldurmen gerektigi tek tek ayetlere dayandiriliyordu.


Milliyet ah Milliyet...

Bugun tam daha onceden bahsettigim Milliyet sayacina birseyler yazmak icin girmistim ki, Milliyet benim beklentilerimi bile asti:

Asagidaki haberi su resim ile verdi mesela:

Eski sevgiliye korkunç taciz tuzagi (renkleri ben uydurmus degilim):


Milliyete yine genc dimaglarin fantazilerini destekledigi icin tam not veriyorum.

Tabi bu arada gunun diger basliklari soyleydi (Evet, hepsi ayni gunun haberleri):

"Japon kizlarin 20 yas cilginligi"

"Otel odasindan cikan fotograflar"

"İngiliz öğrenciler alkol sınırını aşıyor"


"Tam 1.000 erkekle cikti!"

"Erkeklerin kıskandığı adam dertli!
" - ana basligi terbiyem musade etmedigi icin yazmiyorum haha!

"Televizyon yıldızının kaset skandalı
"

"Ronaldo'nun güzel sevgilileri"


"Karısını bıraktı ona gitti"


"En kışkırtıcı 10 sahne
"


"Playboy'a 60'lık yıldız"


"Tüm zamanların en seksi ikonu"

ve benim favorim "Gogusleri buyuk ciksin diye!"

Monday, January 11, 2010

Avrupa-Turkiye

-Sonunda bu konuya gelecegimi cok iyi biliyordum. Bugun Banu yabanci forumlarda Turkiye ile ilgili insanlarin goruslerini okurken tabi ki cok rencide edici seyler yazildigini gorduk. Pek sasirdik diyemecegim tabi.

Yorumlardan biri ozellikle ilgincti. Forumda yazanlardan biri Turkleri "Avrupa ozentileri" olarak notelendiriyordu. Oncelikle "yok canim ne alakasi var" ya da "Avrupali olmak kim istiyor ki?" gibi tepkiler verdik ama biraz dusununce aslinda bu ithami curutecekte pek bir kanit bulamadik. (Bundan sonra birinci tekile donuyorum).

Kisisel fikrim (cok tartismali olarak), bu kaninin dogru oldugu yonunde. Soyle ki, Turk kulturu dedigimiz seyin tam bir mozaik hatta mozaikten cok bir kolaj oldugunu dusunuyorum. Orta Asya'dan Iran-Arap-Islam kulturuyle etkilesim ve Selcuklu'ya daha sonra Balkanlarin fethiyle gururlu bir Dogu-Bati etkilesimine, Turk kulturu diyebilecegimiz sey aslinda Arap ya da Japon kulturunden cok Amerikan kulturune daha yakin. Bir baska deyisle, cok ulusluluk, cok kulturluluk ve hatta cok dinlilik, aslinda bu kolajin parcalari. Bu ozellikleri Turk kulturunu alcaltmiyor aksine daha renkli ve ilginc kiliyor.

Avrupali ise kendi kulturunu Latin (-Antik Yunan) uygarliginin bir devami olarak goruyor ve (bence) ozellikle Hristiyan olarak tanimliyor. Hatta daha da ileri gidip Katolik-Protestan olarak tanimlayabiliriz (Ortodokslari ikinci sinif Avrupali sayarak). Avrupa kulturu de elbette homojen degil, bir cok farkliligi icinde barindiriyor. Ama bu kulturu bir arada tutan ana parca Haclilik. Yani Islam-karsitligi ve yine Hristiyanlik... Avrupa kendi icinde yuzyillarca savasmis bile olsa onlari tek bir baslik altina koyan sey, Islam istilasina karsi birlikte verdikleri mucadele. Bu tehlikeyle, ilk once Ispanyada Emevi istilasi sirasinda, daha sonra ise Osmanlinin Balkanlar ve Orta Avrupa'yi istalasi sirasinda karsi karsiya kaldilar. Demek ki bir seyi oncelikle acik yureklilikle ortaya koymak gerek: Kendimizi biz ne kadar Avrupali gormek istersek isteyelim, Avrupali bizi hala bir istilanin, bir tehlikenin parcasi olarak kollektif hafizalarinda tutuyor.

Osmanli yuzunu (zoraki olarak) Avrupa'ya donmek zorunda kaldigi zaman coktan 19. yuzyila ve neredeyse imparatorlugun sonuna gelinmisti bile (Osmanli'nin nasil Islam'in reformu ve aydinlanmaya engel oldugu ve Islam kulturunun bugununu hazirladigi konusunda Tarik Ali'nin "The Clash of Fundamentalism" kitabini oneririm). Osmanli'nin buyuk Islam kulturunden kendine Turk alt kulturunu yaratmaya baslamasi da (Turk alt-kulturu yorumu tamamen bana ait) yine bu donemlere rastgelir. Daha sonralari, Ataturk ile ummetten, (gorunuste) Avrupali bir Turk irki dunyaya geldi ve son cumhuriyetin 80 senesini bunu kanitlamaya harcadik.

-Yukaridaki tum giris gevezeliginin nedenine gelecek olursak; Turk kulturu, Avrupa ile kaynasmisligina, yuzunu -dogusunu tamamen- unutacak kadar batiya cevirmesine karsin, "Avrupali-Turk" oksimoronunu (ya da paradoksunu) yenemedi. Buna oksimoron dememin nedeni, tam da yukarida belirttigim gibi, Avrupali kimliginin Turk-Islam karsitligini (yani Hacliligi) temeline yerlestirmis olmasi. Iste bu bizi "Avrupa ozentisi" yapiyor, olmadigimiz biri gibi gorunmeye calismak.

- Aslinda hersey bizim birseyi yanlis anlamamizdan kaynaklaniyor. Biz Avrupali olmak degil, modern, sekuler, ve demokrat olmak istiyoruz; tipki Avrupalilar gibi. Sahsi fikrim, bunu Dogulu olarak yapmanin cok daha onemli oldugu. Onemli cunku, bizim cografyamizi ve Avrupalilardan daha cok bizim insanimiz olan Orta Dogu halklarini ozgurlestirebilecek yegane dusunce biciminin bu olduguna inaniyorum.

- Dediklerimi, Avrupayi ve onun Hristiyan adetlerini birakalim, Islam ve dogunun malesef bir turlu aydinlanamamis kulturune donelim seklinde algilamak da mumkun. Benim demek istedigim kesinlikle bu degil. Islam kulturu dedigim seyin aslinda, dinin kendisinden daha genis bir anlama sahip oldugunu ve orta doguda musluman olmayan insanlari bile kapsadigini dusundugumu belirtmek isterim.

- Yeteri kadar yanlis anlamaya meydan verdigime gore bugunde gonul rahatligiyla uyuyabilirim.



Sunday, January 10, 2010

Bilinc ve ozgur irade

1) Bu yaz Viyana Universite'sinde Norofelsefe uzerine 10 gunluk bir uluslararasi ders programi icin basvuru yazisi yazmam gerekiyor. Eger basvurumu begenirlerse tum masraflarimi okulum karsilayacak ben ve Banu da Viyana'yi gormus olacagiz :)

2) Yazacagim yazi bilinc, 'benlik' (the self), ve ozgur irade gibi (ve birkac benim cokta ilgilenmedigim konu daha) konularin benim calisma konumla ilgisini ve neden bu derslerde yer almak istedigimi aciklamasi gerekiyor ve benim ne yazacagim hakkinda hicbir fikrim yok.

3) O zaman en temelden baslayalim. Benim calisma konum insan ve hayvanlarda kosullanma ve nedensel ogrenme, karar verme vb. Ornegin bir hayvanin cevresinde yiyecegin varligini gosteren isaretlerin varligina kosullanmasi ya da bir insanin herhangi bir olayin nedenini deneme yanilma ya da mantik youyla ogrenmesi (Daha gercek bir ornek: Su an midem cok agriyor acaba sabah yedigim salamdan mi yoksa aksam yemeginde yedigim mantar corbasindan mi? Onceki deneyimlere dayanarak mantar corbasi diyorum! gercekten).

Bu konular bana ozgur irade ve bilinc konusunda neler soyluyor. Sanirim soyle cesur bir onermeyle baslayabilirim: Hayvanlarin bilinc ve ozgur iradeye sahip olduklarini soyleyebilmemiz icin otomatik olmayan sekillerde de neden-sonuc iliskilerini ogrenebilmeleri ve kontrol edebilmeleri gerekir. Gecen sene calisma projelerimden biri sicanlarin kendi eylemlerinin sonuclarini dis etkenlerden ayirabildikleirni gosteren deneysel bir calismayi aciklamaya calismakti. Bu arastirmaya gore sicanlar (cok aclar) yiyecegin varligini gosterdigini ogrendikleri ampulu kendileri yaktiklari zaman yemek gelmesini beklemiyorlar. Daha basiti yemek gelmesi icin o ampulun deneyci (zavalli doktora ogrencileri) tarafindan yakilmasi gerektigini anlayabiliyorlar. Bunun icin kendi eylemlerinin etkilerini baskalarinin eylemlerinden ayirmalari yani bilincli (amaclilik sahibi ve cevrelerinde olan bitenden haberdar) olmalari bir 'benlige' (eylemleri ve dusunceleri uzerinde sorumluluk) ve ozgur iradeye (eylemleri ve secimleri uzerinde kontrole) sahip olmalari gerekiyor.

4) Ta-daaaaa! O zaman diyebiliriz ki., hayvanlarda bizler gibi bilincli ve ozgur dusunceye sahiptirler. O kadar hizli degil... Gectigimiz senenin yarisini yukarida bahsettigim deneyi modelleyerek gecirdim ve sonunda deney sonuclarinin sadece kosullanmayla aciklanabilecegini gosterip cesitli yerlerde sundum. Bu su anlama geliyor: aslinda hayvanlar kendi eylemlerini basklarininkinden ayirmiyorlar sadece cok hizli bir sekilde isigi acmak icin kullandiklari levyenin yemegin gelmeyecegi anlamina gelecegini ogreniyorlar. Bu tamamen kosullanma yoluyla otomatik bir sekilde olabilecegi icin hayvanlarin bilincli ya da ozgur irade sahibi olmalarina gerek yok.

5) Peki, kosullanma neden bilinclilik-ozgur irade ihtimalini yok ediyor? Cunku blinclilik ve ya ozgur irade atfetmeyecegimiz bircok ilkel canliyi kosullayabilirsiniz. Bunun en cok kullanilan ornegi Aplysia'dir (sumuklu bocek benzeri bir deniz canlisi). Kosullanma (mantikla ogrenme ya da cikarim metodlarinin aksine), siz hic farketmeden de (yani bilincsiz bir sekilde) ortaya cikabilir. Ornegin, hastayken yediginiz yemekleri saglikliyken gordugunuzde midenizin bulanmasi gibi (hastaligin yarattigi mide bulantisini o zaman yediginiz yemegin tadiyla iliskilendirdiginiz icin) bir sonuca ulasmak icin cikarsamalar yapmak zorunda degilsinizdir. Tamamen otomatik olarak olusabilirler biz daha sonradan sadece farkedebiliriz.

6) Sonucta hepimiz kedilerimizi ve ya kopeklerimizi bilincli bireyler olarak gorme egilimindeyizdir. Ama sunun farkinda olmamiz gerekir ki tum bu atfettigimiz ozellikler tamamen otomatik ve bilincdisi mekanizmalarin sonucu olabilirler. Olabilirler cunku bircok hayvan bizim mantiksal cikarsamalar yapmamizi ya da soyutsal dusunmemizi daha da onemlisi kendi eylemlerimiz ve cevremiz userinde sorumluluk ve kontrol saglamamiza yarayan sinirsel mekanizmalardan yoksundurlar (basit bir ornek prefrontal on lob). Ama bu bizim onlari cocuklarimiz gibi gormemizi ve onlarin kisilik sahibi olmalarini engellemiyor.

7) Kisilik konusuna bilerek girmiyorum. Cunku kisiligin tamamen kosullamayla da olusabilen tepki repertuarlari (haha ne havali) olabilecegine (olduguna) inaniyorum. O baska bir konu yine yazarim.

8) Super! Buna benzer birsey yazabilirim. Eger mantiksal hatalar goruyorsaniz bana iletin ki Viyana'da 10 gunluk bedava tatilden olmayayim.


Saturday, January 9, 2010

Sahane seyler dusunuyorum

1) Su an Amerikan National Geo. kanalinda Saddam doneminde ki iskenceleri gosteren bir belgesel izliyorum. Gercekten korkunc seyler, insanlar tekme tokat dovuluyor, iskence, idam su bu. Korkunc. Amerikalilarin da Abu Ghraib'de (ve daha bircok askeri us-hapishanede) insanlara iskence yapmakla kalmadiklari tamamen asagilayarak insanliklarini yok ettikleri de ortada (bu konuda Naomi Klein'in Shock Doctrine kitabini siddetle oneriyorum).

Tabi ilk akla gelen Amerikalilarin "ozgurluk" goturdukleri ve National Geo.'in (hakli olarak) korku filmi havasinda gosterdigi Saddam yonetiminden kurtardiklari Irak halkina ayni sekilde davraniyor olmalari, iki yuzlulukleri vb. Ornegin su an CIA'in kisilik analiz servisi baskani Dr. bilmemne bu iskenceleri hayretle yaklasiyor.

Garip olan da bence iki iskencecinin de kendi iskencesini hakli gorebiliyor olmasi.
Bence en inanilmazi bu. Ornegin Abu Ghraib'de ki profosyonel iskenceciler Saddam'i halkina
zulm eden bir diktator olarak gorup onu destekleyenlerin (ya da Amerika'ya karsi olanlarin) iskenceyi hak ettigini dusunuyor. Saddam'in iskencecisi iskence ettigi adami vatan hain olarak gorup iskenceyi hakettigini dusunuyor. Bu iki adam bir gun karsi karsiya oturup tamamen anlastiklari bir konu bulabilirler. Kendi dusuncelerini paylasmayanlarin iskenceyi hakkettigi gibi.
Ama kesinlikle birbirlerini vahsi olmakla ya da haksizlikla suclayamazlar. Sonuc: bu iki insan cok farkli yerlerden gelmelerine ve tamamen zit fikirlere sahip olmalarina ragmen temelde karsisindakinin haksizligini objektif bir sekilde ispatlayamaz.

2) Ama tarafsiz biri olarak bunu ben yapabilirim mesela diyebilirim ki ikisi de insan degiller.
(ozellikle bunu simdi demek daha kolay geliyor, belgesel korku filminden 'gore' filmlere bagladi).
Yine de tum bu olanlara surekli karsi ciksam da (ve cikmaya devam edecek olsam da) ayni emirleri alan bir Amerikali ya da Irakli asker olsam ne yapabilirdim? Kahraman olmak icin tum sisteme karsi cikip iskence yapacagim insanin hayatini ya da ilkelerimi (onlar heyneyse) kendi hayatimin onune koyabilir miydim? Hele ki bu karasizligimi Amerikan'in kirsalinda Evanjelist bir ailenin cocugu olarak ve kutsal Amerikan halkinin ustunlugune (Irakli askerin benzer durumuna uygun bir senaryo dusunun) inandirilarak buyumus biri olsam karsi cikmaya ne kadar istekli olurdum (sanirim ilke dediklerim seyler su an sahip olduklarimdan cok farkli olurdu zaten)?

3) Saddam Huseyin gercekten Ibrahim Tatlises'e tipatip benziyor. Belgeselde yanik sesini duyar gibi oldum.

4) Belgeselin iskence sahnelerinin 'Saw 15' halini almasiyla kanali degistirdik. konuyu kapatiyorum.

Bunu arada bir ama surekli dusunuyorum "Niye?"

1) Niye Milliyet-Hurriyet ikiz gazeteler sersinin internet sayfasinda surekli bir tecavuz haberi ve yaninda 'mutlaka' yari sansurlenmis olayla alakasi olmayan yari ciplak bir kadin resmi var? Cunku bu gazeteler cinsel acidan super bastirilmis Turk erkeginin gizli ve suclu fantezi dunyasina hitap ediyor. Insanlar altina kinama mesajlari yaziyorlar, cok sinirleniyorlar sonra ertesi gun yeni bir tecavuz haberi. Sadece bu olsa diyebilirsiniz ki 3. sayfa haberidir olani gazete yazmak durumundadir. Ama durum kesinlikle oyle degil. Hergun tecavuz haberinin yaninda Facebook'un ya da ingiltere'nin (nedense hepsi yari ciplak) sarhos kizlarinin, dovmeli kizlarinin, emolarinin resim galerileri, ruzgar ya da dekolte kurbani unluler, ve fuhus/taciz haberleri.

Bunu bir suredir yapiyorum. Hergun bir bahaneyle yariciplak kadin resmi gosteren haberler + futbol habelerinin toplam haberlere oranini bakiyorum. Ornegin bugun, 45 haberin 16si bu tur haberler (biri tecavuz, biri fuhus, biri taciz, unlu kadinlarin ama hep kadinlarin resimleri), 12si futbol haberi.

Hmm... Peki gercek haberler nerde? Herkesin bahsettigi Turk-Kurt durumda ne oluyor, AKP ne yapiyor CHP ne diyor? Bunlara gerek yok. Turk genci yeni kesfettigi ve hala nasil ifade edecegini bilemedigi cinselligiyle o kadar mesgul ki ve bu gazetelerin isine o kadar geliyor ki gercek haberlere gerek yok. Buna asiri sinirleniyorum.

2) Simdi yazdiklarimi okuyunca bunu nasil dinci biri yazmis demenin de mumkun olabilecegini farkettim. O yuzden hemen acikayayim. Ne magazine ne de insanlarin dekolteleriyle ya da ciplakligiyla bir problemim var. Ama tekrar soyleyeyim su iki konuyla var. Gazetelerin tecavuz, yaciz ve fuhuz haberlerini soft porno hikayeleri olarak normallestirmeleri ve fakir fantezi dunyalarini somuruyor olmalari. Ikincisi daha ciddi. Medyanin bu halki dunyada olan (hatta Turkiye'de olan) bitenden bilincli olarak habersiz birakmalari. Bu artik cok sikici sekilde klise haline gelmis bir laf ama o kadar dogru ki. "Apolitiklestirme"1970'lerin politik gencligi nasil oldu da 20 sene icinde sadece magazinle ve cinsellikle ilgilenen bir nesil yetistirdi?

3) Kendime not: Ileride medya ve insanlarin bilincsizlestirilmesi uzerine daha cok yaz.

4) Yukarida kileri yazarken con 'tas kalpli' davrandigma karar verdim. Butun tecavuz magdurlarina icten ve cok uzuluyorum. Yazdiklarimin milliyetin yaptigi seye yani oanlari sadece bir habere cevirdigimin farkindayim. uzuluyorum.

5) Bundan sonra rastgele sekilde milliyet teki haberleri monitor edecegim bir acik-sacik haber sayaci koymayi dusunuyorum.

Friday, January 8, 2010

Su an ne dusunuyorum-2

Mesela ne dusunuyorum?

1) Mesela blogun noktalarinin cok bir cicili bicili oldugunu dusunuyorum.
Burda yazip yazip o noktalar yuzunden yazdiklarimi kendim bile ciddiye almazmisim
gibi geliyor ama boyle birakacagim bir sure.

2) Sahip oldugum tek bilgisayarin (aslinda laptop) Ingilizce klavyesi oldugundan ilk defa sikayetci oldum. Icten ice bunu havali bulsam da yazdiklarimin altinda surekli cikan kirmizi isaretler beni yakinda deli etmeye baslar. Kendime itirafim: sadece Ingilizce klavyem olmasinin beni bugune kadar etkilememis olmasindan hoslaniyorum (ama bunun yabanci dil yetenegimle paralel olmadigini dusunuyorum).

3) Bu blogu ne kadar devam ettirebilecegimi dusunuyorum mesela. Bunun disinda neredeyse devamli birseyler post edebildigim bi blogum olmasina karsin, daha once devam ettirmeyi basaramadigim bloglarimda oldu. Gercekten bunun ne kadar surecegini cok merak ediyorum.
Genelde surekli dusunmekte oldugum seyleri keske oturup yazsam diye dusunurum. Bu tur dusunceler genelde Cuma Cumartesi geceleri tek basima ne yapsam diye dusunurken gelir (demekki oynadigim oyundan sikilmisim), o gece kafami toplayamayacak kadar yorgun oldugumdan ertesi gune ertelenir, ertesi gun gerek Pazar gunu oldugundan gerekse aklima gelenleri eskisi kadar heycan verici bulmadigimdan sonsuza ertelenirler. En azindan bu sefer oturup yaziyorum.

4) Biraz daha yazdiktan sonra ese dosta "benim soyle bir blogumda vardi" diye kart atmaya baslarim (utanarak). Sonrada muhtemelen "ya acaba onu uzecek birsey yazdim mi" yok efendim "bu bundan kirilir mi" diye dusunmeye baslarim. O yuzden su an nasil bir pazarlama plani izlesem bilemiyorum. Herhangi bir fikir? Kime soruyorum?

5) 4. maddenin hemen bitiminde mouse umla "acaba ne kadar yazmisim" scroll'u yaptim. Bu pek iyiye isaret degil. Bunu cocukkende yapardim. Ne kadar iyi yazdigimi hala kelime sayisi hatta daha dogrusu metin santimetresi ile olcuyor oldugumu gormekten utanc duyuyorum.

6) Bu blogdan cikacak en kotu sonuc sanirsam surekli ben ben ben diye devam eden postlar yazmam olur. Olur ama daha baska ne yazacagim?

7) Son olarak soyle birsey dusundum. Dedim ki"Bunu kimse okumasa Annem okur", o da super olur. Annem bir roman yazacagim diyordu. Sanirim kendi hayatini yazmak istiyordu. O na ne oldu? Acaba o da benim Haftasonu/geceyarisi gazlarina mi kurban gitti?



Su an ne dusunuyorum

Bu konseptin daha onceden kapildigini biliyorum (twitter falan gibi)...

Son bir kac yildir ne izledim ne okuduysam ustumde cok ciddi etkisi oldu. Butun gun kafamda onlari evirip cevirdikten sonra eve gelip, saga sola volta atarak, heycanli heycanli Banu'ya anlatip durdum. Icimi doktum rahatladim. Sonra bir nokta geldi ki artik konussam konussam da rahatlayamaz oldum.

Simdi diyorum ki bunlari yazsam uzun uzun kim okur? Kimse okumasa da 3-4 sene gecer doner ben okurum. O yuzden yaziyorum...